Frank Ribery Admin
Mesaj Sayısı : 52 Yaş : 33 Nerden : Adana-Kozan İş/Hobiler : Lise 2 Lakap : ribery Kayıt tarihi : 23/06/08
| Konu: İnsanların saçma tavırları Cuma Tem. 18, 2008 9:54 pm | |
| SEÇMEK YA DA SEÇMEMEK… Hayat seçimlerden ibaret. İnsan doğduktan sonra zamanla daha çeşitli ve büyük alanlarda seçim yapar. Önce ne yiyip ne yemeyeceğini, hangi oyuncakla oynayacağını seçer. Büyür ne giyeceğini seçer, arkadaşlarını seçer. Daha da büyür hangi okula gideceğini, hangi mesleği yapmak istediğini seçer. Belli bir yaşa geldikten sonra da (birçok ülkede bu 18 yaş olarak belirlenmiştir) insan artık tüm seçimlerini kendi yapmakta özgürdür. Yaşayacağı yeri, çalışacağı şirketi, evini, arabasını, eşini ve bir vatandaşlık görevi olarakta kendini yönetenleri seçer.
İnsan tüm bu seçimleri yaparken dışarıdan müdahaleler ve yönlendirmelerle karşılaşabilir. Birileri sürekli olarak ya telkinle veya dayatarak müdahalelerde bulunur. Çocuk yemek istemez, “yemezsen seni öcüye veririm” gibi korkutucu sözlerle bazı yiyecekler yedirilmek istenir. Oyuncaklarıyla veya seçtiği arkadaşlarıyla ilgili çevresi tarafından baskılar yapılabilir. Seçme hakkının en şiddetli çatışmaları çocuğun okuyacağı okulu veya mesleği seçmesi zamanında meydana gelir. Anne, baba, dede, nine, teyze, amca ve bilumum akrabaların ve akrabalar dışındaki çevrenin çocuğun seçeceği meslekle ilgili farklı baskıları olur. Birileri aslında kendi istekleri olan seçimleri bir şekilde çocuğun seçimi yapmak ister. Ve aslında bu noktadan sonra önemli bir süreç başlayacaktır. “Ben demiştim!…” süreci. Bu süreç öyle bir süreçtir ki, yaptığınız tercihler ne olursa olsun, sonrasında birileri tarafından bu cümle kullanılacaktır. Bundan kaçış imkanı yoktur. Tercih yaptığın okulda olsun, tercih ettiğin meslekten, seçtiğin eşine kadar bu “ben demiştim” cümleleriyle insanlar, aslında yönlendirmek istedikleri tercihleri seçmediğin için seni, bir nevi cezalandırmak ister. Bazen bu cümle yaptığının doğru sonuca ulaştığını teyit içinde kullanılır egoları şişirmek için. “Bak ben demiştim, böylesi daha iyi olacak diye” derler ama bu yine de diğerine oranla çok kullanılan bir şey değildir. Çünkü insanlar genelde takdir etmek yerine tenkit etmeyi daha çok severler.
Seçim yapmaya biraz daha mikro bazda bakacak olursak aslında seçim yapmanın insanın hayatı boyunca en çok yaptığı şey olduğunu görürüz. Çünkü insan seçim yapmadan adım bile atamaz. Nereye gideceğini seçmemiş olan biri öylece duracaktır. Bu seçim yapma kavramı insanlarda öylesine gelişmiştir ki, insanlar birçok noktada, çok kısa sürede tercihlerini yapar, uzun uzadıya düşünüp değerlendirme yapmazlar. Dolayısıyla her insan seçim yapma konusunda oldukça gelişmiştir. Çünkü akıl sağlığı yerinde olan her insan seçim yaparken kendisine kazandıracağı artıları eksileri düşünür ve kendi değerlendirmesi sonucunda ortaya çıkan sonuca göre karar verir. Akıl sağlığı yerinde olmayan insanın zaten seçim yapma gibi bir şansı yoktur.
İnsan, yapı olarak farklılıklardan meydana gelmiştir. Herkesin her şeyi aynı şekilde düşündüğü ve değerlendirdiği bir dünyada yaşamış olsaydık, ilkel olarak adlandırılan çağlarda kalmış olurduk. Fakat insan yapısına uygun olarak davrandığı için şu anda gelişmişliğin doruğundaki bir dünyada yaşıyoruz. Fakat insanların farklı düşüncelere veya kendi gibi düşünmeyenlere tepkisi o kadar fazla ki, bu durum insanları saçma sapan tavırlara, düşüncelere itebiliyor. Bu da aslında insanın kendi yapısıyla çatışmasının, kendine olan düşmanlığının en büyük göstergesi. İnsanı tanıyamayan kişi, aynı zamanda kendini tanımlayamıyor. Ve bazen her tarafın aydınlık olduğu bir alanda dahi insan, kendi karanlığı içinde kaybolup gidiyor.
Her türlü seçimde en doğruyu kendi bildiğini düşünen insanlar, başkalarının seçimlerine karşı aşırı tepkili olabiliyor. Fakat bizim ülkemizde özellikle yönetim seçimlerinde bu tür tepkiler maksimum noktasına ulaşıyor. Kendi gibi düşünmeyen insanlara “cahil” sıfatı yakıştırıyor insan çok rahat bir şekilde. Kandırılmış insanlar olarak bakıyor. Kendi düşüncesinin en doğru olduğunu düşünüyor, savunuyor. Bazıları daha da ileri giderek şaşırıyor. “Yaaa inanamıyorum sana, beni hayal kırıklığına uğratıyorsun, senin gibi biri nasıl böyle düşünebiliyoooorr.” gibi ifadelerle karşı tarafı daha da aşağılamaya çalışıyor. Aydın diye geçinen bir karanlık çıkıyor, “göbeğini kaşıyanları” aşağılıyor başka bir yerini kaşıyarak. Çünkü kendi gibi düşünmeyenlerden öcünü almak başka bir yöntemle mümkün olmuyor. Onları en azından küçük düşürmeye çalışarak belki de çocukken yaşadığı eziklikleri örtmeye çalışırcasına egosunu tatmin edebiliyor. Ama bu noktada bir kere bile durup düşünmüyor, senin seçimin benim seçimim olmak zorunda değildir diye. İşin garibi bu tür insanlar neyi savunduğundan da çoğu zaman emin olamıyor.
Böyle garip düşünceli insanlara “Demokrasi” diyorsun. “Yaw bu millete demokrasi yaramaz” diyor. Neden diye soracak olursan ya cevap veremiyor ya da kurduğu her cümle buram buram “benim gibi düşünmediği için” kokuyor. “Peki demokrasi zaten bu değil midir? Herkesin farklı düşünebildiği ve düşüncelerini ifade edebildiği bir ortam değil midir?” diye sorduğun zaman da garip bir ifadeyle suratına bakıyor ve “neyse uzatmayalım herkesin düşüncesi kendine” diyerek gariplikler silsilesine bir yenisini daha ekliyor. Bu tür insanlar kavramları eğip büküyor, kendi düşünce sistemlerine adapte etmeye çalışıyorlar ama kendi vicdanlarını bile inandıramıyorlar aslında. Demokrasi gibi tanımı isminde olan açık bir rejimi bile sonrasında kullanılan “ama” cümleleriyle teokrasiye çevrilebiliyorlar. (Yeni başlayanlar için demokrasi tanımı; Yunanca demokratia (δῆμος, yani demos; halk zümresi, ahali κράτος, yani kratia; iktidar) sözcüğünden türemiştir.)
Geçenlerde bir arkadaş grubuyla olan muhabbetimizde yeni tanıştığım kişinin bazı konular hakkındaki düşünceleri korkunçtu. İşin kötüsü bu düşüncelere sahip olarak konuştuğum ilk kişi de değildi bu kişi. Konuşmamızda ben genelde karşı tarafın düşüncelerini anlamaya çalıştım. İşte konuşmalarımızdan bir kesit;
Demokrasi Garabeti: Halk çok cahil. Kimi seçeceğini bilmiyor. Gerçekleri göremeden gidiyor saçma sapan kişilere, partilere oy veriyorlar.
Ben: Cahil demekle kasdettiğin nedir? Eğer eğitim seviyesiyse o saçma sapan dediğin kişilere ve partilere oy verenler arasında profesörlerde var. Eğitim seviyesi yüksek kişilerde var. İşin doğrusu her partiye oy verenlerin yapısı aynı olamaz karışıktır aslında. Her kesimden vardır.
Demokrasi Garabeti: Olsun. Cehalet dediğin eğitimle değişen bir şey değil ki. Nice okumuşlar var, yine de cahiller.
Ben: O zaman senin dediğine göre eğitimin ne kadar yüksek olursa olsun, ne kadar kitap okursan oku, eğer senin gibi düşünmüyorsa cahildir o insan? Doğru mu?
Demokrasi Garabeti: Hımmm. Yani bana göre öyle.
Ben: O zaman bu işin sonu yok ki. Sana göre karşı taraf cahil. Karşı tarafa göre de sen cahilsin. Hem sistem dediğin şey bana göre sana göre diye bişey olmaz ki. Kavramları veya kuralları bana göre sana göre diye yorumlarsan bunun sonu nereye gider?
Demokrasi Garabeti: Ne biliyim. Öle kalır heralde. Bu ülke böyle. Değişmez yani. Öle geri kafalılığımızla kalırız.
Ben: Sana göre o zaman demokrasi iyi bir rejim değil. Halk gidip saçma sapan kişileri başa getiriyorsa ülkenin rejimi demokrasi olmamalı.
Demokrasi Garabeti: Yani. Aslında tam olarak öyle değil de. Şu andaki durumdan memnun değilim.
Ben: O zaman teokrasiyi seviyorsundur. Padişahlık, krallık, vs.?
Demokrasi Garabeti: Yok canım daha neler. Kesinlikle istemem. Osmanlı yüzünden geri kalmadık mı zaten.
Ben: Fatih sayesinde de şu anda İstanbulda deniz kenarında muhabbet edebiliyorsun. Şöyle bir şey sorayım o zaman. Demokrasiyi sevmiyorsun, teokrasiyi istemiyosun. Ne istiyosun ki? Bir sistem öner o zaman. Yönetim biçimi koy ortaya?
Demokrasi Garabeti: Ya neyse uzatmayalım. Gece gece nerden çıktı bu muhabbet. Hiç kafam kaldırmıyor bu saatte bu muhabbeti. Başka şeylerden bahsedelim.
Ben: ))))))))))))))))))))
Jules Canbo diyor ki; “yaşadığımız toplumda sosyal rahatsızlıkların önemli bir bölümü kullanılan kavramların yeterince açık biçimde tanımlarının yapılmamış olmasından kaynaklanır.” Bu kavramların bence toplumdaki bireylerin kafasında açık bir şekilde tanımlanmış olmasına daha fazla ihtiyaç var. Bu olmadığı takdirde “bana görelerle, sana görelerle” toplumsal yaşamın zedelenmesinden başka bir sonuca ulaşılmayacaktır. Herkesin bir diğerinin seçimlerine saygı duyması medeni diye tabir edilen yaşamın en önemli katalizörü. Bu katalizör devreden çıkarıldığı takdirde toplumsal çatışmaların hüküm sürdüğü bir memleketten başka elimizde bir şey kalmayacaktır… [i] | |
|